Cumhuriyet Sigortacılığının Doğuşu: Bağımsızlık ve Bölüşüm

Efendiler,

Bugün burada, çok sevdiğimiz Türkiye’mizin kalkınma yollarını araştırmak ve bulmak gibi ulusal, toplumsal ve hayati amaçlar için toplanmış olan, siz değerli halk temsilcileriyle bir arada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum…

Ekonomi hakkında düşünürken ve konuşurken, yabancı sermayeye karşı olduğumuz sanılmasın. Hayır, ülkemiz geniştir ve bu nedenle hem çok çalışmaya hem de sermayeye ihtiyacımız vardır. İsteriz ki yabancı sermaye, bizim emeğimize ve sermayemize katkıda bulunsun, onu geliştirsin. Hem bizim için hem de yabancılar için faydalı olsun, geçmişteki gibi olmasın.

Gerçekten de geçmişte, özellikle Tanzimat’tan sonra, yabancı sermaye ayrıcalıklı bir konuma gelmiş, devlet ve hükümet adeta bu sermayenin koruyuculuğu dışında bir görev yapmamıştır. Ancak, her devlet ve millet gibi, yeni Türkiye de bu duruma izin veremez. Burayı tutsaklar ülkesi yaptırmayız!..


Gazi Mustafa Kemal, 1923’te katıldığı İzmir İktisat Kongresi’nde, dönemin zorlu şartlarını ele alan önemli bir konuşma yaptı [1]. Gazi konuşmasında, ekonomik bağımsızlığın en az siyasi bağımsızlık kadar önemli olduğunu vurguluyordu. Tarımdan ticarete, sanayiden altyapıya kadar her alanda, tam bağımsızlık ilkesine dayanan bir ekonomi kurulmalıydı. Bu tarihi konuşmada öne çıkan ilkeler, kısa süre sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma politikalarına yön verecekti.

Türkiye Osmanlı’dan savaşlarla yıpranmış bir ekonomi devraldı. Ulaşım ve iletişim altyapısı modern bir ekonominin gereksinimlerini karşılamaktan uzaktı. Çoğunlukla gıda ve dokuma alanında faaliyet gösteren 282 sanayi işletmesi vardı [2]. Ekonomik faaliyetlerin önemli bir kısmı, kapitülasyonlar sebebiyle yabancı sermayenin kontrolündeydi. Savaşlar ve göçlerle nüfus %30 oranında azalmış, yoksulluk tüm ülkeye yayılmıştı [3]. Bu zor koşullar altında kurulan Cumhuriyet, kendi kendine yetebilen bir ülke olma hedefiyle yola çıktı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen iktisadi politikaların temel amacı, ulusal bir kimlik inşa etmekti. Osmanlı’da dışa bağımlılığın yarattığı travma henüz tazeydi. Yabancı sermayeye karşı temkinli bir tutum benimsenecekti. Özellikle stratejik sektörlerde devlet kontrolü giderek artırıldı; demiryolları, madencilik, ve finans gibi stratejik alanlarda birbiri ardına millileştirme adımları atıldı [4]. Bu politikalar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilen ekonomik bağımsızlık mücadelesinin izlerini taşıyordu.

İş Bankası: Stratejik Ortak

Cumhuriyet’in benimsediği bu stratejinin ilk girişimlerinden biri İş Bankası’ydı. Mustafa Kemal’in bizzat sermayedar olarak yer aldığı Banka, “devlet eliyle serbest piyasa” modelinin ilk ve en önemli örneklerindendi. Bankanın kuruluşu, Türkiye’nin kalkınma hedeflerine ulaşmasında stratejik bir adım olarak görülüyordu [5]. Genel müdürlüğe getirilen Celal (Bayar) Bey, ilerleyen yıllarda Devletin başbakanı ve cumhurbaşkanı olacak, Banka ile Devlet arasındaki bağın sembolü haline gelecekti.

Nitekim, birkaç yıl sonra Hükümet, İş Bankası’nın rolünü pekiştirecek önemli bir adım attı. Milli iktisat döneminin önde gelen kurumu İtibarı Milli Bankası, tüm varlıkları ve imtiyazlarıyla birlikte İş Bankası’na devredildi [6]. Bu karar, ekonomik gerekçelerden çok siyasi tercihlere dayanıyordu; zira her iki banka ödenmiş sermaye açısından benzer büyüklükteydi. Hatta aktif büyüklük ve pazar payı bakımından İtibarı Milli Bankası daha güçlü bir konumdaydı.

Buna rağmen tereddüte yer yoktu; İtibarı Milli Osmanlı’yı, İş Bankası ise yeni Cumhuriyet’i temsil ediyordu. Zaten İtibarı Milli’nin simge ismi Cavid Bey, birkaç yıl önce rejimi yıkmaya teşebbüs suçundan yargılanmış ve idam edilmişti. Böylece sadece bir banka değil bir devir de kapanıyor; “milli iktisat” yerini “ulusal ekonomi”ye bırakıyordu.

Genç Cumhuriyet, siyasi ve ekonomik iktidarını güçlendirmeye çalışırken, sigorta sektöründe yabancı kontrolü devam ediyordu. Gerçi 1920-1925 yılları arasında beş tane yerli sigorta şirketi kurulmuştu, ancak bu şirketler de yabancı sermaye hakimiyetindeydi [7] . Bu durum İktisat Kongresi’nde de ciddi tartışmalara neden olmuştu. Kongre katılımcıları, sigorta primlerinin yüksekliğinden, yabancı şirketlerin kanunlara uymamasından ve sektördeki denetim eksilikliğinden şikayetçiydi. Ulusal sermayeli sigorta şirketlerinin kurulması ve yabancı ağırlığının dengelenmesi görüşü öne çıkıyordu [8]. Çok geçmeden harekete geçilecek, ulusal sigorta yapılanmasını kurma görevi İş Bankası’na verilecekti.

İş Bankası, sigortacılık faaliyetine bankasürans alanında bir acente açarak başlamayı planladı. Acentelik alınabilecek iki önemli oyuncu vardı: Umum Sigorta (Generali) ve İttihadi Milli Sigorta (Union). Banka her iki sigorta şirketi ile de görüşüyordu. Ancak Generali’nin acentelik için teminat mektubu talep etmesi görüşmelerin tıkanmasına neden oldu [9]. İş Bankası Union grubu ile anlaştı ve İttihadi Milli’nin acenteliğini yapmaya başladı. Generali’nin kaçırdığı fırsatın büyüklüğünü anlaması uzun sürmeyecekti. İş Bankası ile Union arasındaki işbirliği zamanla daha da güçlenecek ve Türk sigortacılığı bir kez daha Fransız etkisine girecekti.

Anadolu Sigorta Kuruluyor

İş Bankası, acentelik faaliyetine başladıktan kısa bir süre sonra, 1925 yılında Anadolu Sigorta’yı kurdu. Yeni şirketin sermayesinin %52’si İş Bankası’na, %39’u ise Union grubuna aitti. Aslında, Anadolu Sigorta’nın kuruluşu mevcut acentelik anlaşmasının bir devamı niteliğindeydi. Şirket, yazdığı primleri belirli bir komisyon karşılığında Union grubuna devrediyor, bu da Anadolu Sigorta’yı bağımsız bir sigorta şirketinden çok bir aracı konumuna getiriyordu. Şirket, saklama payını zamana içerisinde artıracak, ancak tam anlamıyla bağımsızlığa kavuşması on yıl sürecekti [10].

Anadolu Sigorta, sermayedarı İş Bankası gibi ayrıcalıklı bir statü ile kurulmuştu. Şirket, sahip olduğu politik destek sayesinde kamu kurumlarının sigortalanmasında “rüçhan” hakkı elde etti. Bu hak, eşit koşullar altında kamu kurumlarının sigortalanmasında Anadolu Sigorta’nın tercih edileceği anlamına geliyordu. Şirket, bu ayrıcalığın yanı sıra, İş Bankası ve Ziraat Bankası ile yaptığı acentelik anlaşmaları sayesinde dağıtım ağını hızla genişletti [10]. Bundan 30 yıl önce Umum Sigorta’ya tanınan imtiyazlar, bu kez Anadolu Sigorta’ya sunuluyordu. Anadolu Sigorta da tıpkı selefi Umum Sigorta gibi, kısa sürede pazar lideri haline geldi [8].

Türk sigorta sektöründe 30 yıl arayla tekrar eden sadece imtiyazlar değildi; pazardaki yeni oyuncu bir kez daha dinamikleri değiştirecekti. Anadolu Sigorta ve Union grubunun sahip olduğu ayrıcalıklı konum, sigorta şirketleri arasında büyük bir tartışma başlattı. Generali öncülüğündeki bir grup, dar bir zümreye tanınan bu ayrıcalıklara karşı çıkarak muhalefet safına geçti [11]. Böylece Generali ve İş Bankası grupları arasında yıllarca sürecek olan çekişme başlamış oldu.

Öte yandan, yeni liderin karşısındaki tek engel yabancı şirketler değildi. Umum, Türkiye Milli, Şark gibi yerli rakipler de piyasada yer edinmişti. Sigorta Şirketleri Birliği’nin o güne kadar uygulatmayı başardığı asgari prim tarifesi büyük ölçüde devre dışı kaldı. Özellikle kamu sigorta işlerinde %70’e varan indirimler görülüyordu [10]. Sigortacılıkta bir kez daha teknik zarar riski ortaya çıkacak ve sektörü tehdit etmeye başlayacaktı.

Asgari fiyat tarifesinin devre dışı kalması, Anadolu Sigorta’nın rüçhan hakkını işlevsiz hale getirmişti. Ancak Union, yeni bir çözüm üretmekte gecikmedi. Sigorta primlerinin bir kısmını kontrol edecek bir reasürans şirketinin kurulmasını öneriyordu [11]. İş Bankası, planı cazip buldu ve hemen girişimlere başladı. 1927 yılında reasürans tekeline ilişkin kanun yürürlüğe girdi [12], iki yıl sonra da tekelin işletme görevi resmen İş Bankası’na verildi. Banka, tekel imtiyazını elde etmek için Anadolu Sigorta’nın rüçhan hakkından vazgeçmek zorunda kalacaktı [10]. Ancak tekelin sunduğu güç karşısında bu göz ardı edilebilecek bir kayıptı.

1929 yılında Milli Reasürans’ın kurulmasıyla Türk sigorta sektöründeki dengeler tam anlamıyla değişti. Ülkede yapılan tüm sigorta işlemlerinin %50’sinin Milli Reasürans’a devredilmesi zorunlu hale getirilmişti. Dahası, sigorta tarifeleri ve komisyonlar da Milli Reasürans tarafından belirlenecekti [8]. Böylece İş Bankası grubu sigorta piyasasının mutlak hakimi haline geldi. Cumhuriyet sigortacılığında derin izler bırakan Milli Reasürans dönemi böylece başlamış oluyordu.

Sigortacılıkta Devletin Eli

Sigorta piyasasında güç dengeleri değişirken, Hükümet de sigortacılığı düzenlemek adına yoğun bir çalışma yürütüyordu.Cumhuriyet kadroları, Osmanlı’nın yabancı sigortacılarla yaşadığı çekişmeyi unutmamış, benzer sorunların tekrar etmemesi için harekete geçmişti. Cumhuriyet’in ilk kanunlarından biri olan 1926 tarihli Ticaret Kanunu’nun 13. faslı, tamamen sigortacılığa ayrılmıştı. Kanun, sigorta ürünlerinin çalışma esasları ile tarafların hak ve yükümlülüklerini düzenleyen 83 madde içeriyordu [13]. Türkiye’nin Lozan Antlaşması ile serbest gümrük tarifesi belirleme hakkını kazandığı 1929 yılında, devletin ilk düzenlemelerinden biri deniz nakliyat sigortacılığına yönelik oldu. Yeni çıkarılan deniz ticareti kanununun önemli bir bölümü yine sigortacılığa ayrılmıştı [14].

Sigortacılık esaslarına yönelik düzenlemeleri, sigorta şirketlerinin denetimi ve gözetimi izledi. 1927 yılında çıkarılan kanunla, şirketlere yönelik sermaye, teminat ve tarife gibi zorunluluklar belirlendi. Türkiye’de faaliyet göstermek isteyen sigorta şirketleri altı ay içinde ruhsat almak zorundaydı [15]. 1928’de 42’si yabancı, toplam 53 sigorta şirketi ruhsat alacaktı [8].Böylece yabancı sigorta şirketlerinin ayrıcalıklı konumu sona ermişti. Mustafa Kemal’in de ifade ettiği gibi, yeni Türkiye, ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atacak hiçbir yapıya izin vermeyecekti.

1929’a gelindiğinde, yerli sigorta şirketlerinin pazar payı %33’e ulaşmış ve piyasadaki mutlak yabancı hakimiyeti kırılmıştı [8]. Ulusal sigortacılığın politik ve ekonomik zemini oluşturulmuş, sigortacılık faaliyetleri denetim altına alınmıştı. Cumhuriyet sigortacılığı, yalnızca beş yıl içinde, İktisat Kongresi’nde çizilen hedeflerde önemli bir mesafe kat etmişti. Ancak esas mücadele yeni başlıyordu. Sigortacılığın finansal sistemdeki payı hala %5 düzeyindeydi [16]. Devlet imtiyazları dışında, kendi ayakları üzerinde durabilen bir sektörün inşası gerekiyordu. Sigortacılar 1929’a adım atarken, kısa süre sonra ortaya çıkacak olan ve tüm dünyayı sarsacak Büyük Buhran’ın getireceği zorluklardan habersizdi.


Bu bölümde Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusal sigortacılığın güçlendirilmesine yönelik adımlara yer verdik. Genç Cumhuriyet, sigortacılığın ülke çıkarları doğrultusunda düzenlenmesini, ekonomik bağımsızlık mücadelesinin önemli cephelerinden biri olarak gördü. Beş yıl gibi kısa bir sürede sigorta piyasası üzerinde kurulan hakimiyet Hükümet’in kararlılığını gösteriyordu. Buna rağmen, erken dönem ulusal sigortacılık girişimleri, kayda değer bir büyüme sağlamaktan çok mevcut pazarın yeniden paylaşılmasıyla sonuçlandı. Gelecek bölümde, Türkiye’de 1929 sonrası yükselen devletçilik anlayışının sigorta sektörüne yansımalarını inceleyeceğiz.


Kaynaklar

[1] Ankara Barosu. (2020). Gazi Mustafa Kemal Paşa İzmir Yollarında. ARCS Dijital Ofset Matbaacılık.

[2] Yaşar, O. (2003). 1913 ve 1915 yılları sanayi sayımı istatistiklerine göre Osmanlı Devleti’nde tarıma dayalı sanayiler. Türk Coğrafya Dergisi, (40), 47-74.

[3] Pamuk, Ş. (2008). Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

[4] Boratav, K. (2019). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2015. İmge Kitap Yayınevi.

[5] Boztemur, R. (1995). Özel girişimciliğin gelişiminde devletin rolü: İş Bankası örneği. Tarih Araştırmaları Dergisi, 18(29), 63-79.

[6] Çetinkaya, Y. D. (2023). İtibar-ı Milli Bankası ve İş Bankası birleşmesi (1927). Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, (21), 153-203.

[7] Ökçün, A. G. (1997). 1920 – 1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye. Sermaye Piyasası Kurulu.

[8] Elveren, A. H. (1994). Evolution of the Turkish insurance sector and the reinsurance monopoly. Master’s Thesis. Middle East Technical University Institute of Social Sciences, Ankara.

[9] Toprak, Z. (2009). Ulusal’dan küresel’e milli reasürans ve Türkiye’de reasüransın evrimi. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

[10] Toprak, Z. (2010). Geçmişten geleceğe Anadolu sigorta: Türkiyenin sigortası. İş Bankası Yayınları.

[11] Ekener, H. (1974). Türkiye’de Mükerrer Sigorta Sorunu ve Bütün Vesaiki ile Reasürans İnhisarı Davası. Kaya Basımevi.

[12] Resmî Gazete. (1927). 1160 sayılı Mükerrer Sigorta Hakkında Kanun. Resmî Gazete, 1 Ağustos 1927, No: 647.

[13] Resmî Gazete. (1926). 865 sayılı Türk Ticaret Kanunu. Resmî Gazete, 28 Haziran 1926, No: 406.

[14] Resmî Gazete. (1929). 1440 sayılı Ticaret Kanunu. Resmî Gazete, 20 Mayıs 1929, No: 1197.

[15] Resmî Gazete. (1927). 1149 sayılı Sigortacılığın ve Sigorta Şirketlerinin Teftiş ve Murakabesi Hakkında Kanun. Resmî Gazete, 30-31 Temmuz 1927, No: 646.

[16] Kazgan, H., Ateş, T., Tekin, O., Koraltürk, M., Soyak, A., Eroğlu, N. & Kaban, Z. (1999). Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi 2. Cilt-Cumhuriyetten Günümüze. İMKB Yayınları.

*Kapak görseli Anadolu Sigorta’nın 85. Yıl Reklam Filminden alınmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=WTXtEC1sdHc

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir