Demokrat Partili Yıllar: Türk Sigortacılığının Kırılma Noktası

1950 yılı, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısında köklü değişimlerin başladığı bir dönüm noktası oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası dengeler, Türkiye’nin Batı bloğuna yakınlaşmasını zorunlu kılmış ve çok partili demokrasiye geçiş sürecini hızlandırmıştı. Uzun yıllar süren otoriter yönetim, yüksek vergiler ve savaşın getirdiği ekonomik yük, halkın Cumhuriyet Halk Partisi’ne, özellikle de İsmet İnönü liderliğine duyduğu tepkiyi artırmıştı. Toplumun geniş kesimlerindeki bu hoşnutsuzluk, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin ezici zaferiyle sonuçlandı. 12 yıllık “Milli Şef” dönemi sona erdi; Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar, Başbakanlığa ise Adnan Menderes getirildi.

Demokrat Parti’nin Ekonomi Politikaları

Menderes liderliğindeki hükümet, liberal ekonomi politikaları hayata geçirme vaadiyle göreve başladı. İlk adımlar arasında dış ticaret kısıtlamalarının gevşetilmesi ve yurtdışı borçlanmanın artırılması yer aldı. Sağlanan yabancı finansmanla tarımın modernize edilmesi ve altyapının geliştirilmesi hedeflenmişti. Nitekim bu politikalarla, Demokrat Parti, kayda değer bir ekonomik büyüme sağladı ve kamuoyunda geniş bir destek kazandı [1].

Ancak, bu büyüme modeli, uluslararası ticaret ve siyasi dengelerdeki değişimlere karşı kırılgandı. 1950’lerin ikinci yarısında, ihracat gelirlerindeki düşüş ve artan ithalat, ekonomiyi ciddi bir cari açık ve dış borç yüküyle karşı karşıya bıraktı. Böylece, Osmanlı’nın dışa bağımlılık sarmalı, çeyrek asır sonra Cumhuriyet’in ufkunda yeniden belirmiş oldu [2].

1950’li yıllar, yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde de derin ekonomik ve siyasi dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdi. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinin ardından uluslararası sistem, iki kutuplu bir yapıya evrildi. Batı bloğu ile Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik rekabet, yalnızca askeri alanda değil, ekonomik ve diplomatik sahalarda da belirgin bir şekilde hissedildi.

Bu dönemde ABD, uluslararası arenada benzersiz bir ekonomik ve siyasi nüfuz elde etmeyi başardı. Avrupa’nın savaş sonrası yeniden inşasını desteklemek amacıyla başlatılan Marshall Planı, ABD’ye Avrupa’da güçlü bir müttefik ağı kurma imkânı sundu. Bu süreçte, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, ABD’nin küresel ekonomideki liderliğini pekiştiren önemli araçlar haline geldi [3].

Savaş Sonrası Dünyada Sigortacılık

Savaş sonrası dönemde küresel sigorta sektörü, ekonomik toparlanma ve yeniden yapılanma süreçlerinin etkisiyle dikkate değer bir büyüme kaydetti. Özellikle Batılı ülkelerde sanayi üretimindeki hızlı artış, kentleşmenin hızlanması ve tüketici refahındaki iyileşme, finansal güvenceye olan talebi büyük ölçüde artırdı. Otomobil sahipliğinin yaygınlaşması, motorlu taşıt sigortaları için hızla büyüyen bir pazar oluşturdu. Aynı zamanda çalışan haklarının genişletilmesi, grup sağlık ve hayat sigortalarının yaygınlaşması için uygun bir zemin hazırladı [4].

1950’li yıllarda Türk sigorta sektöründeki gelişmeler, küresel trendlerden ziyade Türkiye’nin kendine özgü sosyoekonomik koşulları tarafından şekillendi. Savaş sonrası dönemde, ABD’nin sağladığı Marshall yardımları sayesinde tarım ve altyapı alanlarında önemli bir modernizasyon gerçekleşti. Örneğin, 1950 yılında yaklaşık 17 bin olan traktör sayısı, 1960’ta 42 bini aştı [5]. Aynı dönemde asfalt yol uzunluğu dört katına çıkarken, otomobil sayısı ise 4,5 katına ulaştı [6].

Makale içeriği

Ulaşım altyapısındaki gelişim, sigorta sektörüne doğrudan yansıdı. 1954 yılında trafik sigortasının zorunlu hale getirilmesi, Türk sigortacılığı için bir dönüm noktası oldu. Türkiye, motorlu taşıt pazarının en hızlı büyüdüğü ülkelerden biri haline gelirken, trafik sigortası da sektörün en önemli ürünlerinden biri olarak öne çıktı. Kaza branşının toplam prim üretimindeki payı 1950’de %5,4 iken 1960 yılında %24’e ulaştı [7].

Sigortacılar Giremez!

Tarım kesimine sunulan teşviklerin etkisiyle, kırsal kesim birikim yapabilir hale gelmişti. Bu yeni ekonomik sınıf, sigorta şirketleri için büyük bir potansiyel barındırıyordu. Sigortacılar, özellikle birikimli hayat sigortalarının köy ve kasabalarda pazarlanması için yoğun bir seferberlik başlattılar. Bu girişim, hayat sigortası prim üretiminde belirgin bir artış sağladı. 1953 yılına gelindiğinde, hayat branşının prim üretimindeki payı %24 ile tarihi zirvesine ulaştı [7].

Ancak yürütülen pazarlama faaliyetleri çoğu zaman “azami iyi niyet” ilkesine uymuyordu. Satışçılar, hayat sigortalarını pazarlarken abartılı vaatlerde bulunuyor ve yeterli bilgiye sahip olmayan tüketicilerde gerçekçi olmayan beklentiler oluşturuyordu. 1955 sonrası hızla yükselen enflasyon, hayat sigortalarının vaat edilen getirileri neredeyse imkânsız hale getirdi. Yaşanan güven kaybı, bazı bölgelerde sigorta şirketlerinin ve temsilcilerinin tamamen dışlanmasına neden oldu. Dönemin tanıklarından Erdoğan Sergici, bu trajik durumu yıllar sonra “Sigortacıların giremediği kasabalar vardı” şeklinde özetleyecekti [8].

1950-1960 yılları arasında Türk sigorta sektörü, nominal olarak %445 oranında büyüyerek dikkat çekici bir performans sergiledi [7].Bu hızlı yükseliş, yeni sigorta şirketlerinin kurulmasını da beraberinde getirdi. Bu dönemde, İnan (1950), Şeker (1955), Güneş (1957), Ray (1958), Birlik (1958), Başak (1959) ve Cihan (1959) Sigorta kuruldu. Dikkat çekici olansa yeni şirketlerden üçünün kamu iştiraki olmasıydı. Toplam prim üretiminin yalnızca 20 milyon dolar civarında olduğu bir sektörde, kamu şirketi sayısı altıya yükselmişti.

Şirket Patlaması

Sigorta piyasasında ortaya çıkan bu sıra dışı yapı, özel bir stratejinin ürünü olmaktan çok, dönemin plansız yaklaşımlarının bir sonucuydu. Daha önce de belirttiğimiz gibi, o yıllarda sigortacılıkta tarife sistemi uygulanıyor ve primler merkezi bir otorite tarafından belirleniyordu. Bu durum, sigorta şirketlerini gerçek anlamda sigortacılık faaliyetlerinden uzaklaştırarak aracılık rolü üstlenmeye zorladı. Üstelik, reasürans piyasasındaki tekel uygulamaları da eklenince, sigorta şirketleri bağımsız birer işletmeden ziyade acente görünümü kazandı. Bu koşullar altında, bir sigorta şirketi kurmak ve yönetmek oldukça kolay bir iş haline gelmişti.

Makale içeriği

Devlet, sigortacılığı oldukça kazançlı bir alan olarak görüyordu. Zaten sektördeki en büyük müşteri de kamu kurumlarının kendisiydi. Bu anlayışla, kamu iktisadi teşebbüsleri ardı ardına sigorta şirketleri kurmaya başladı. Ziraat Bankası Başak Sigorta’yı, Halk Bankası Birlik Sigorta’yı, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları ise Ray Sigorta’yı kurdu. Tek bir kamu şirketinin yeterli olabileceği piyasada, devlet kendi kendiyle rekabet eder hale gelmişti. Özel şirketler bu yıkıcı rekabet koşullarında hayatta kalmaya çalışırken, sigortacılığın kaderi giderek Hükümet’in iki dudağı arasına hapsoluyordu.

İki Birlik

1950’li yıllarda Türk sigorta sektörünü etkisi altına alan en önemli dinamiklerden birisi, yerli ve yabancı sigorta şirketleri arasındaki rekabetti. Prim üretimi açısından bakıldığında, yerli sigorta şirketleri uzun süredir hakimiyeti elinde bulunduruyordu. Ancak şirket sayısı açısından yabancıların ağırlığı barizdi. Bu dengesizlik, sektörün karar alma mekanizmalarında önemli tartışmalara yol açtı. Sigorta şirketlerinin üye olduğu Sigortacılar Daire-i Merkeziyesi (SDM) isimli birlik, her şirkete eşit bir oy hakkı tanıyordu. Ancak bu sistem, prim üretimini kontrol eden şirketlerin Birlik kararlarında yeterince etkili olamamasına yol açıyordu [9].

Taraflar arasındaki gerginlik, 1952 yılında Ankara, Genel, Güven, Halk ve İnan Sigorta’nın SDM’den istifa etmesiyle yeni bir boyut kazandı. İstifa eden bu şirketler, “Türkiye Sigorta Şirketleri Birliği” adıyla alternatif bir yapı oluşturdu. Anadolu Sigorta ve Destek Reasürans da kısa süre sonra yeni birliğe katılacaktı. Ancak, bu ayrışma uzun sürmedi. Yaklaşık iki yıl sonra, Devletin de teşvikiyle bir uzlaşma sağlandı [9].

1954 yılında SDM yönetmeliğinde yapılan düzenlemeyle şirketlere, prim üretimleriyle orantılı oy hakkı tanındı. Bunun ardından yeni birlik feshedildi ve ayrılan şirketler SDM’ye geri döndü. Sonuç olarak, yerli sigorta şirketlerinin bu “başkaldırı” girişimi, verilen sınırlı bir tavizle yatıştırıldı. Ancak, beş yıl sonra çıkarılan 1959 tarihli Sigorta Murakabe Kanunu ile bu tür tartışmalar “kökten” bir çözüm bulunacaktı. Yeni kanun, sigorta şirketlerine Sigorta Şirketleri Birliği’ne üye olma ve alınan kararlara uyma zorunluluğu getiriyordu [10].

Tekel ve Kontrol

1950’li yıllara damga vuran bir diğer önemli gelişme, Milli Reasürans’ın tekel imtiyazının yenilenmesi meselesiydi. Milli Reasürans’a kanunla tanınan 25 yıllık tekel hakkı, 1954 yılında sona ermek üzereydi. Bu süre zarfında Türk sigorta sektörü kayda değer bir gelişim göstermiş ve Türk kanunlarına göre kurulan şirketlerin payı %85’e ulaşmıştı [11].

Piyasa aktörlerinin büyük bir bölümü, sektörün gelişebilmesi için rekabetçi bir ortamına ihtiyaç duyulduğunu, bu nedenle reasürans tekeline son verilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu dönemde, reasürans tekeline en güçlü muhalefeti yerli özel sigorta şirketleri oluşturdu. Doğan, Genel ve Halk Sigorta, Ocak 1954’te düzenledikleri bir basın toplantısıyla reasürans tekelinin kaldırılmasına yönelik taleplerini kamuoyuna açıkladılar [12].

Buna karşın, Milli Reasürans’ın Hükümet’le olan güçlü ilişkileri, bu taleplerin karşılık bulmasını engelledi. Hükümet, reasürans tekeli meselesini sigortacılar arasındaki teknik bir tartışma olarak değerlendirerek, politik öncelikler arasında görmedi. Bu kayıtsızlık öyle bir boyuta ulaştı ki, 1 Mart 1954’te sona eren tekel süresi zamanında yenilenemedi. Ancak, 26 Haziran 1954’te alelacele çıkarılan bir kararnameyle tekel hakkı sekiz ay süreyle uzatıldı [11].

Sekiz ayın sonunda çıkartılan yeni bir kararname ile Milli Reasürans’ın imtiyazı 1960 yılına kadar uzatıldı. Ancak, yeni döneme ilişkin bazı önemli değişiklikler vardı: hayat sigortaları tekel kapsamı dışına çıkartılmış ve zorunlu devir oranı %30’a indirilmişti. Menderes Hükümeti, Milli Reasürans’ı destekleyici yaklaşımını ilerleyen yıllarda sürdürdü. Hükümet, 1959’da çıkardığı yeni bir kararname tekel imtiyazını 1970’e kadar uzattı [11]. Bu kararname, Demokrat Parti iktidarının yaptığı son yasal düzenlemelerden biri olacaktı.

Demokrat Parti döneminde, Hükümetin sigorta sektörü üzerindeki kontrolü belirgin şekilde artmıştı. Sektör lideri olan Anadolu Sigorta, bu dönemde Demokrat Parti’ye düzenli ve yüksek miktarda bağış yapmaya zorlanıyordu [13]. Bu bağışların gönüllü bir tercih değil, bir zorunluluk olduğu, dönemin tanıklarından Bedi Yazıcı’nın hatıralarından anlaşılıyor [14]. Yazıcı, yıllar sonra yazdığı hatıralarında, genel müdürü olduğu Genel Sigorta’nın 1959 seçimlerinde Demokrat Parti’ye bağış yapmaya zorlandığını anlatacaktı. Yazıcı’ya göre Genel Sigorta bağış yapmayı reddettiği için hem Hazine hem de Milli Reasürans tarafından eş zamanlı bir denetime tabi tutulmuştu.

1950’li yılların sonunda artan politik gerilim ve toplumsal huzursuzluk ortamı, 1960 Darbesi ile son bulacak, Türkiye’nin çok partili demokrasi yolculuğu ağır bir darbe alacaktı. Siyasi dengeler yeniden tesis edilecek, ekonomik yönetiminde bir kez daha eksen kayması yaşanacaktı. Sigorta sektörünün gelişiminde önemli bir kırılma yaratan bu dönemin dinamiklerini ve uzun vadeli etkilerini bir sonraki bölümde ele alacağız.


Bu bölümde, 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti iktidarında izlenen ekonomi politikalarının ve siyasi tercihlerin Türk sigorta sektörü üzerindeki etkilerini inceledik. Ekonomide liberal politikalar uygulama vaadiyle yola çıkan Demokrat Parti’nin politikaları, beklenilenin aksine, devletin sigortacılıktaki olan nüfuzunu artırdı. Bu dönemde, sigorta sektörü kayda değer bir büyüme göstermiş olsa da sigortacılık giderek daha fazla devlete bağımlı hale geldi. Gelecek bölümde, 1960-1980 yıllarını şekillendiren planlı ekonomi politikalarının sigorta sektörüne olan etkilerini ele alacağız.


Kaynaklar

[1] Baytal, Y. (2007). Demokrat Parti dönemi ekonomi politikaları (1950-1957). Atatürk Yolu Dergisi, 10(40), 545-567.

[2] Takım, A. (2012). Demokrat Parti Döneminde Uygulanan Ekonomi Politikaları ve Sonuçları. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 67(02), 157-187.

[3] Werner, W. (2015). Multilateral Insurance Liberalization, 1948–2008. In R. Pearson (Ed.), The Development of International Insurance (pp. 85–102). Routledge.

[4] Swiss Re. (2013). A History of Insurance. Retrieved from https://www.swissre.com/dam/jcr:638f00a0-71b9-4d8e-a960-dddaf9ba57cb/150_history_of_insurance.pdf

[5] Özer, S. (2014). Demokrat Parti Dönemi Zirai Makineleşme Hareketi ve Sonuçları. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2014(31), 61-80.

[6] Evsile, M. (2021). Demokrat Parti Döneminde Bayındırlık Faaliyetleri. History Studies (13094688), 13(1).

[7] Elveren, A. H. (1994). Evolution of the Turkish insurance sector and the reinsurance monopoly. Master’s Thesis. Middle East Technical University Institute of Social Sciences, Ankara.

[8] Duran, B. (2006). İşbu Poliçe. Belgesel, Renkli, Betacam. AXA OYAK Sigorta.

[9] Yazıcı, B. (1990). Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği. Sigorta Dünyası Dergisi, 363, s.8-10.

[10] Resmî Gazete. (1959). 7397 sayılı Sigorta Şirketlerinin Murakabesi Hakkında Kanun. Resmî Gazete,, 30 Aralık 1959, No:10394.

[11] Ekener, H. (1974). Türkiye’de Mükerrer Sigorta Sorunu ve Bütün Vesaiki ile Reasürans İnhisarı Davası. Kaya Basımevi.

[12] Akşam. (1954, 29 Ocak). Sigorta şirketlerinin dünkü basın toplantısı. Akşam Gazetesi, s.1-2.

[13] Toprak, Z. (2010). Geçmişten geleceğe Anadolu sigorta: Türkiyenin sigortası. İş Bankası Yayınları.

[14] Yazıcı, B. (1991). Genel’e Baskın. Sigorta Dünyası Dergisi, 371, s.35-37.

Scroll to Top