Henry Rose’un İzmir Rüyası: Osmanlı’da Sigortacılığın Yükselişi

1863 yılının soğuk bir kış gününde, İzmir limanı en hareketli günlerinden birini yaşıyordu. Gemiler ardı ardına kıyıya yanaşırken, tüccarlar dar sokaklarda mallarını taşıtmaya çalışıyordu. Bu kalabalığın arasında, Henry Rose elindeki dosyayla dikkatle yürüyordu. Yıllardır İzmir’de yaşayan bu İngiliz avukat, şehri artık avucunun içi gibi biliyordu. Osmanlı ticaretinin en önemli merkezlerinden biri olan İzmir, son yıllarda çok sayıda Avrupalı tüccarı kendine çekmişti. Şehirde ticaretin ve yatırımların hızla büyüdüğünü fark eden Rose, sigortacılığın burada gelişeceğini öngörüyordu.

Rose’un hedefi, İngiltere’nin önde gelen sigorta şirketlerinden Sun Sigorta’nın İzmir’deki temsilcisi olmaktı. Elindeki dosya da bu başvuruya aitti. Hazırladığı raporda, şehirde 5.000’den fazla taş bina bulunduğunu ve bu yapıların yangın sigortası için önemli bir potansiyel taşıdığını yazmıştı. Raporunda ayrıca, İzmir’in hızla büyüyen dış ticaret hacmine, şehirde artan Batılı nüfusa ve İngiliz yatırımlarına dikkat çekiyordu. Rose, şehrin birinci sınıf bir sigorta şirketine ihtiyaç duyduğunu belirtiyor ve İzmir’i sigortacılar için keşfedilmeyi bekleyen bir hazine olarak tanımlıyordu.

Rose, saygın bir tüccar olan Samuel Napper aracılığıyla acentelik başvurusunu Sun Sigorta’ya iletti. Sun yöneticileri, Rose’un sunduğu raporu dikkatle incelediler. Rapordaki gelir tahminleri belki biraz iyimserdi, ancak İzmir’in potansiyeli su götürmezdi. Bu kapsamlı rapor yöneticileri ikna etti ve sonuç olarak, Rose 1863 yılında Sun Sigorta’nın İzmir acentesi olarak atandı.


Bu temsili hikaye, Osmanlı’daki ilk yerleşik sigorta şirketlerinden Sun Sigorta’nın acentelik kuruluşunu anlatıyor [1]. Tek başına bu öykü bile Osmanlı’da sigortacılığın doğuşu hakkında bir fikir veriyor, ancak daha kapsamlı bir anlayış geliştirmek için filmi biraz daha geriye saralım.

Batı Emperyalizmi ve Küresel Sigortacılığın Genişlemesi

19. yüzyıl Avrupa mucizesinin dünyada tam anlamıyla somutlaştığı bir dönemdi. Sanayi Devrimiyle birlikte Avrupalı devletler düşük maliyetle üretim yapabilen sanayi devleri haline geldiler. Batılı devletler, hammadde temin edebilmek ve üretim fazlasını satabilmek için eski  dünyada büyük bir emperyalist yarışa giriştiler. Bu süreç, Avrupalı devletlerle çevre ülkeler arasındaki ticaret hacimlerinin atmasını ve sermaye ilişkilerinin güçlenmesini sağladı. Bu ülkelerdeki sermaye yatırımları özellikle ticaret altyapısının geliştirilmesine yöneldi. Demiryolları, limanlar ve diğer altyapı yatırımları sayesinde ulaşım maliyetleri düşüyor, ticaretin liman kentlerinin ötesinde iç bölgelerle yapılması mümkün oluyordu [2].

Bu dönemde sigortacılık, yükselen Batı emperyalizminin sunduğu fırsatlar sayesinde önemli bir ilerleme sağladı. Sömürgeci genişlemenin hız kazanmasıyla birlikte, sigortacılık faaliyetleri de küresel ölçekte yayıldı [3]. Sigorta şirketleri bir yandan yeni pazarlara açılırken, diğer yandan bu pazarlardaki dış ticareti ve yatırımları güvence altına alıyordu. Dönemin önde gelen sigorta şirketlerinden Phoenix, 1820 itibarıyla prim üretiminin yarısından fazlasını İngiltere dışından toplamaya başlamıştı. 1850’li yıllara gelindiğinde Avrupalı sigorta şirketleri Asya, Avustralya, Güney Afrika, Orta Doğu ve Balkanlarda geniş bir coğrafyaya yayılmıştı [4].

Osmanlı’da Modernleşme ve Ekonomik Bağımlılık

Dünyada bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı, Batı’nın artan askeri, siyasal ve ekonomik üstünlüğüyle mücadele edebilmek için kapsamlı bir reform süreci başlattı. Merkezi otoriteyi güçlendirmeyi ve devletin etkinliğini artırmayı hedefleyen bu çabalar, bir tercihten çok zorunluluktu. Ancak bu reformların hayata geçirilebilmesi için Batı’nın mali ve siyasi desteğine ihtiyaç duyuluyordu. Avrupalı devletler, Osmanlı’ya sağladıkları destek karşılığında ticari imtiyazlar elde ettiler. Dolayısıyla, Osmanlı modernleşmesini tanımlayan bu yıllar, aynı zamanda ticaret serbestisinin ve ekonomide dışa bağımlığın hızlandığı bir dönem oldu [5].

1838 yılında Baltalimanı Anlaşması’yla İngiltere’ye verilen ve sonraki dönemde çok sayıda Avrupa ülkesine de tanınan geniş ticari imtiyazlar, işte bu denklemin bir sonucuydu. Serbest ticaret anlaşmaları, Osmanlı’yı Avrupa için adeta bir açık pazar haline getirdi. Osmanlı dış ticarette gümrük vergisi ve kota belirleme hakkını kaybediyordu. 1854 Kırım Savaşı’yla başlayan dış borçlanma süreci ve sonrasında demiryolu inşası için verilen imtiyazlar, Osmanlı’nın Batı’ya ekonomik bağımlığının dönüm noktalarıydı. Devletin 1876’da mali iflasını ilan etmesiyle bu bağımlılık zirve noktasına ulaştı [5] [6].

Osmanlı’da reform sürecinin en belirgin adımları Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarıyla atıldı. Devlet, merkezi otoriteyi güçlendirmek amacıyla hukuk, eğitim, maliye ve idari yapılar üzerinde köklü düzenlemeler yaptı. Ayrıca, toplumsal düzen üzerindeki hakimiyetini artırmak için dil, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin bir “Osmanlı milleti” oluşturmayı hedefledi. Ancak, merkezi otoriteyi güçlendirme çabalarına rağmen, Batılı devletlere verilen ekonomik ve siyasi tavizler, Osmanlı’nın politika bağımsızlığını zayıflatıyordu. Kendi içinde büyük çelişkiler barındıran bu yolculuk, stratejik bir tercihten ziyade, koşulların şekillendirdiği bir gidişattı [6] [7].

Osmanlı’nın Batı’ya ekonomik bağımlılığı, sadece ticarette değil, altyapı projelerinde de belirgin hale geldi. Avrupa ticareti için stratejik bir öneme sahip olan İzmir, Osmanlı’nın en önemli liman kentlerinden biriydi. Ancak, İzmir’in Batı Anadolu’yla bağlantısını sağlayan ulaşım olanaklarının yetersizliği, kentin ticari potansiyelini sınırlıyordu. İzmir ticaretinde en büyük payı elinde tutan İngilizler, Batı Anadolu’da ulaşım ağlarının geliştirilmesinin ticari kârlılığı büyük ölçüde artıracağını fark ettiler. Bu amaçla Osmanlı Devleti’ne başvurarak, 1856 yılında İzmir ile Aydın arasında bir demiryolu inşa etme imtiyazı elde ettiler. Böylece İngiltere, Batı Anadolu’da yeni bir nüfuz alanı oluşturuyordu [8].

Osmanlı’da Sigortacılığın Yükselişi

Osmanlı’da yerleşik sigortacılık faaliyetlerinin başlangıcını bu koşullar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Osmanlı’da sigortacılık, tıpkı diğer çevre ülkelerinde olduğu gibi, Batılı devletlerin ekonomik nüfuz politikalarının bir yansıması olarak şekillendi. İzmir, o dönemde Akdeniz ticaret ağında stratejik bir liman kenti olarak öne çıkmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında, İngiliz sigorta şirketleri İzmir’de acenteler açarak faaliyet göstermeye başladılar [1]. Osmanlı’da bu tarihten önce de sigorta işlemleri vardı; ancak bu işlemler genellikle Londra’daki merkezler üzerinden gerçekleştiriliyordu. Bu durum, Avrupalı devletlerin, Osmanlı’da kötüleşen mali krizden yararlanıp kendilerine geniş imtiyazlar elde etmesine kadar devam etti [9].

1860’larda İzmir’de başlayan yerleşik sigortacılık faaliyetleri, 1864 yılında kurulan yeni acentelerle birlikte başkente taşındı. O dönemde İzmir ve İstanbul’da, çoğunluğu İngiliz menşeili olan dokuz sigorta şirketi faaliyet gösteriyordu [1] [9]. Türk sigortacılık tarihi üzerine yapılan pek çok çalışmada sigortacılığın başlangıcı 1870 Pera Yangını sonrasına dayandırılsa da, sigortacılık faaliyetlerinin çok önce başladığını artık biliyoruz. Üstelik, Akbulut’un İngiliz arşiv kayıtlarına dayanan araştırması, sigorta şirketleri Pera Yangını’nda yaklaşık 170 bin Frank tazminat ödemesi yaptığını gösteriyor [1]. Dolayısıyla, Osmanlı’da sigortacılığın Pera Yangını ile birlikte başlayan toplumsal aydınlanmanın ürünü olduğu söylemek, gerçeği yansıtmayan bir değerlendirme olur.

Pera Yangını’nın en belirgin etkisi, İstanbul’daki sigorta pazarının kayda değer şekilde genişlemesi oldu. İngiliz arşiv kayıtlarına göre, Pera Yangını’nın maliyeti yaklaşık 50 milyon Frank olarak hesaplanmıştı, ancak bu kaybın yalnızca çok küçük bir kısmı sigortalıydı [1]. Bu durum, 1870 öncesinde İstanbul’daki sigorta kapsayıcılığının oldukça sınırlı olduğunu gösteriyor. Ayrıca, bölgedeki yapıların dörtte üçünün ahşap olması, yangın riskinin yüksekliği nedeniyle sigortalanabilirliği de oldukça kısıtlıyordu. Yangından sonra bölgenin taş yapılarla yeniden inşa edilmesi ve profesyonel bir itfaiye teşkilatının kurulması, sigorta kapsayıcılığı açısından bir dönüm noktası oldu  [9]. Bu gelişmelerin ardından, çok sayıda Avrupalı sigorta şirketi pazara giriş yaptı ve İstanbul’daki sigorta piyasası hızla büyümeye başladı.

Sigorta tarihimize ilişkin efsanelerden bir diğeri de, sigortanın Osmanlı’ya geç geldiği ya da Osmanlı’da yeterince gelişmediğidir. Giriş kısmında belirttiğimiz gibi, yerleşik sigortacılık faaliyetleri Batı Avrupa dışındaki ülkelerde neredeyse aynı dönemde başlamıştır. Örneğin, 19. yüzyılda Osmanlı ile benzer modernleşme politikaları izleyen Japonya’da da ilk sigortacılık faaliyeti 1863 yılında başlamıştır [10]. Öte yandan, 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, İstanbul’daki sigorta piyasası kayda değer bir derinliğe ulaşmıştı. Akbulut’un hesaplamalarına göre, 1884 yılında İstanbul’da yangın sigortası penetrasyonu %0,2 seviyesindeydi [11]. Benzer yıllarda bu oran Almanya’da %0,55, Fransa’da %0,37, Japonya’da ise %0,14 düzeyindeydi [4]. Bu veriler, 19. yüzyılda en azından İstanbul’un sigortacılık açısından önemli bir gelişim gösterdiğini ortaya koyuyor.

Sigorta Tarihimizden Mitler

Yüzyılın sonuna gelindiğinde, yabancı sigorta şirketlerinin temsilcilikleri Anadolu’nun farklı şehirlerine hızla yayılmıştı. 1894 yılında, bugünkü Türkiye topraklarında faaliyet gösteren sigorta şirketlerinin sayısı oldukça dikkat çekiciydi: deniz nakliyat sigortasında 40, yangın sigortasında 45 ve hayat sigortasında 35 şirket faaliyet gösteriyordu. Bu genişleme, sadece İzmir ve İstanbul gibi büyük şehirlerle sınırlı kalmadı; Samsun, Trabzon, Mersin ve İskenderun gibi ticaretin yoğun olduğu diğer merkezlerde de sigorta şirketleri faaliyet gösteriyordu. Bu merkezlerin ortak özelliği, diğer Anadolu şehirlerine kıyasla daha yüksek dış ticaret hacmine ve daha fazla gayrimüslim nüfusa sahip olmalarıydı [12].

Yine de sigortacılık, 19. yüzyılın büyük bir bölümünde Batılı yerleşimciler ve Osmanlı elitlerinin ayrıcalığı olarak kaldı. Yerel halkın sigortaya ilgi göstermemesi ise sık sık kültürel ve dini gerekçelere dayandırıldı. Ancak Osmanlı toplumunun dinamik yapısına baktığımızda, devletin ve bireylerin muhafazakar eğilimlerden ziyade daha pratik bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz. Örneğin, İslam dininin kesin olarak yasakladığı faize karşı Osmanlı, şaşırtıcı derecede esnek bir tutum benimsemişti. Modern kredi uygulamalarına benzer işlev gören Para Vakıfları, 15. yüzyıldan itibaren devlet ve toplum nezdinde meşru kabul edilen bir uygulamaydı [13]. Ayrıca, sigortacılık faaliyetlerinin başladığı dönemde Osmanlı Bankası da çoktan kurulmuş ve gelişmişti. Bu nedenle, sigortanın Osmanlı toplumunda yaygınlaşmamasını yalnızca kültürel ve dini gerekçelerle açıklamak, aşırıya kaçan bir yorum olur.

Osmanlı’da sigortanın toplumun geniş kesimlerine nüfuz edememesinin nedenleri daha çok siyasi ve ekonomiktir. Öncelikle, Osmanlı’daki yabancı sigorta şirketlerinin yerel halkı sigortalamakla neredeyse hiç ilgilenmediğini görüyoruz. Sigorta reklamları gazetelerde Fransızca, Ermenice ve Yunanca gibi dillerde yayımlanıyordu; ancak Türkçe bu diller arasında yer almıyordu. Sigorta sözleşmeleri de benzer şekilde yabancı dillerde düzenleniyordu [1]. Bu durum, sigorta şirketlerinin hedef kitlesini belirli bir sosyoekonomik sınıfla sınırladığını gösteriyor. Aynı dönemde Macaristan’daki Avusturyalı sigorta şirketlerinin poliçelerini Macarca düzenliyor olması, bu konuda önemli bir yaklaşım farkını ortaya koyuyor [4].

Öte yandan, Avrupalı sigorta şirketleri yerel halkı sigortalamak istese bile bu tam anlamıyla mümkün olmayabilirdi. Serinin birinci bölümünde açıkladığımız gibi, Osmanlı’da bireysel sermaye birikimi oldukça sınırlıydı. Halkın büyük bir kısmı, özellikle alt sınıflar, düşük gelir düzeyleri ve sınırlı mülkiyetleri nedeniyle finansal hizmetlere erişim sağlayamıyordu. Osmanlı’da sermaye birikiminin en yoğun olduğu kesimler, imtiyaz sahibi bürokratik elitler ve ticaretle uğraşan gayrimüslim tebadan oluşuyordu. Doğal olarak sigorta talebi de bu varlıklı kesimden geliyordu [14].

Son olarak, Batılı sigorta şirketlerinin Osmanlı ile adeta yarı sömürge benzeri bir güç dengesi kurma çabasında olduklarını vurgulamak gerekir. Şirketler, merkezlerini yurtdışında tutuyor ve Osmanlı’daki varlıklarını olabildiğince sınırlı tutuyorlardı. Ayrıca, sigorta uyuşmazlıklarının Osmanlı mahkemelerinde değil, konsolosluk mahkemelerinde çözümlenmesi için yoğun çaba gösteriyorlardı. Bu sayede, yerel hukukun denetiminden kaçarak kendi ülkelerinin diplomatik korumasını sağlamaya çalışıyorlardı [1] [14]. Bu tutum, sigorta şirketlerine olan güveni zedelemiş ve sigortanın toplumsal kabulünü yavaşlatmış olabilir.

Osmanlı sigorta piyasasındaki düzenleme ve denetim eksikliği, sektörü derinden etkileyen ve belki de günümüze kadar devam eden bir dizi yapısal soruna yol açtı. Osmanlı, sigorta piyasasını düzenlemek adına birçok girişimde bulunduysa da, çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Devlet, pazardaki yabancı hakimiyetini kırmanın bir yolu olarak yerli sigorta şirketlerinin kurulmasını teşvik etti ve destekledi. Osmanlı’da ilk yerli sigorta şirketinin kuruluşunu ve Osmanlı’nın sigorta piyasasını denetleme çabalarını gelecek bölümlerde ele alacağız.


Bu bölümde, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’da yerleşik sigortacılık faaliyetlerinin nasıl başladığını ve bu süreçte Batılı sigorta şirketlerinin oynadığı rolü ele aldık. Osmanlı’nın modernleşme sürecinde Batı’ya olan ekonomik bağımlılığının artması, sigorta sektörünün büyük ölçüde yabancı sermayenin kontrolüne girmesine yol açtı. Osmanlı Devleti, bir yandan sigorta piyasasını düzenlemeye çalışırken, diğer yandan sektördeki yabancı hakimiyetini azaltmayı hedefledi. Bir sonraki bölümde, bu girişimlerin bir parçası olarak 1893 yılında kurulan ve Osmanlı sigortacılığında önemli bir dönüm noktası olan Osmanlı Umum Sigorta’nın hikayesine odaklanacağız.

Kaynaklar

[1] Akbulut, H. (2014). Cumhuriyet Dönemine Kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda Sigortacılık. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

[2] Broadberry, S., & O’Rourke, K. H. (2010). The Cambridge Economic History of Modern Europe. Cambridge University Press.

[3] Lengwiler, M. (2023). History of Insurance in a Global Perspective: A Novel Research Agenda. Asia-Pacific Journal of Risk and Insurance, 17(2), 179-187.

[4] Pearson, R. (2015). Introduction: Towards an international history of insurance. In R. Pearson (ed), The development of international insurance (pp. 1-24). Routledge.

[5] Pamuk, Ş. (2017). Osmanlı-Türkiye İktisadî tarihi 1500-1914. İletişim Yayınları.

[6] Pamuk, Ş. (2005). Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme. İletişim Yayınları

[7] Berkes, N. (2023). Türkiye’de çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

[8] Kurmuş, O. (2018). Emperyalizmin Türkiye’ye girişi. Yordam Kitap.

[9] Borscheid, P. (2012). 15 Middle East and Northern Africa: Overview. In P. Borscheid and N. V. Haueter (eds.), World Insurance: The Evolution of a Global Risk Network (pp. 349-372). Oxford University Press.

[10] Swiss Re. (2017). A History of Insurance in Japan. Retrieved from https://www.swissre.com/dam/jcr:5d8abd88-e9ae-4a92-9672-0037ad56f50a/150Y_Markt_Broschuere_Japan_Inhalt_Red.pdf

[11] Akbulut, H. (2023). Osmanlı’da sigorta sektörünün gelişimi ve yapısal problemleri. İçinde H. Meral (Edt), 21. yüzyılda Türk sigorta sektörüne 21 tavsiye. (ss.9-20). Nobel Bilimsel Eserler.

[12] Baskıcı, M. (2002). Osmanlı Anadolusunda sigorta piyasası: 1860-1918. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 57(04), 1-33.

[13] Genç, M. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ve ekonomi. Ötüken Neşriyat.

[14] Kahya, F. (2007). Osmanlı Devleti’nde sigortacılığın ortaya çıkışı ve gelişimi. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir